entry'ler (20)

ohne berater

ingilizce karşılığı ''Without consultants'' olan, yani temsilcisi olmayan anlamına gelen bir söz. transfermarkt.de isimli sitede menajeri olmayan veya bilinmeyen oyuncuların menajer kısmında yazar bu.

Şimdi, bunu ilginç kılan şey ilk olarak antu tarafından yakalanmıştı sanırım. Güzide basınımızın en kaliteli tuvalet kağıdı fotomaç yine bir masabaşı haberi yapıyor. Yapılan habere göre bu Ohne Berater kişisi Trabzonspor futbolcusu drago gabric'in menajerliğini yapıyormuşmuş. Hırvat milli takımından arkadaşı olan Nikica Jelavic ile gabric'in menajerleri aynı kişilermişmiş, işte bu da transferi kolaylaştırıyormuşmuş. işte basın, işte kalite. Bu haberi yapan beyni yüzyılın kaybedeni yapsak yeri değil midir?

--spoiler--
Menajerleri aynı

Avusturya takımlarından Rapit Wien'de forma giyen ve bu sezon 17 maçta 8 gol kaydeden Jelaviç'in, Avrupa Ligi'nde gruplar ve ön eleme maçlarında 12 maçta 9 gol kaydetmesi bordomavili takımın bu transfere yönelmesindeki en önemli etkenlerden biri. Sezon başında bordo-mavili takıma transfer olan Gabriç'in menajeri Ohne Berater'in, Nikica Jelaviç'in de tüm haklarını elinde bulundurduğu öğrenildi. Gabriç transferini bitiren Ünal Karaman'ın, menajer Berater'den bir görüşme talebinde bulunduğu dile getirildi.
--spoiler--

işte bunları okuyoruz gazete diye.

baldıran

Sokrates'i öldüren zehirin elde edildiği bitki.

chernobog

Slav mitolojisinde adı geçen karanlık ve lanetli bir tanrı. Geceleri kötülükleri onun getirdiğine inanılırmış. ışığın ve iyiliğin tanrısı Bylebog ile yarattıkları dualizm ekseninde, Slav paganları hayatlarını bu iki tanrının yönlendirdiğine inanırlarmış.

baş ağrısı

majezik bağımlısı yaptıran. Hele bir de ensede bir yerlere yayılıyorsa eyvah! Ne uyutur ne ayakta tutar. Bu ağrıların yüzde doksanının psikoloji kaynaklı olduğu söylenir. Pek çok insanda kronik bir hal alması hepimizin psikolojik sorunları olduğuna delalet midir? Ben onu bilemem. Kişinin yanında ya etkili bir ilaç bulunmalı ya da kafasını kesecek bir cellat. işte bunu bilir, bunu söylerim.

prometheus

Zeus lavuğunun köhne düzenine başkaldırmış soylu titan. ismi kahin anlamına gelir. iatepos ile Klyemene'nin oğludur. Üç tane de kardeşi vardır ki, onlar da önemlidirler. Atlas, menoitios,epimetheus ve Prometheus akıldan yana dört kardeştirler ve çok zekidirler. Prometheus müthiş zekası ve olağanüstü tahmin gücü ile olympos'lu tanrıların saltanatına son verip hem titanların öcünü almak hem de egemenliği insanlara vermek istiyordu. Zeus'la büyük akıl savaşlarına girdiler ve Prometheus hep kazandı. Tanrılardan ateş çaldı. Zeus'u hep küçük düşürdü. Fakat savaşı Olymposluluar kazandı. Bütün bunlarle iyice çileden çıkan Zeus, Prometheus'u Kaf dağı'na zincirlemiş, ciğerini kartallara yedirtmiştir. Ölümsüz olduğu için her gün bu olayı yaşamıştır taa ki Herakles ondan ölümsüzlüğünü alıncaya dek.

kardeşleri de ağır cezalara çarptırılmıştır. Atlas ayakta durup kuvvetli kollarıyla göğü taşımak zorunda kalmış, menoitios Zeus'un bangır bangır yıldırımlarıyla Erebos'a gönderilmiş ve Prometheus'un Zeus'tan herhangi bir hediye kabul etmemesi konusundaki öğütlerini dinlemeyen ve aralarındaki en mal kişi olan epimetheus ona gönderilen pandora'yı kabul eder ve o meşhur kutu açılınca insanlığın için pek çok kötü hadise yaşanmasına neden olur.

Son sözü, ''ne yaptımsa bile bile yaptım'' olmuştur.

kadınların doğurmaktan başka bir işe yaramaması

Çirkinlik. insanları olabilecek veya oldurulacak her şekilde bölme ve ayrıştırma uğraşının en çirkin yüzü bu seksistlik. En çirkini çünkü bunun dini,vatanı, milleti, ideolojisi yok. kadın her yerde kadın. Konu trollce ele alınmış olabilir fakat bu şekilde karşımıza çıktı diye vahameti azalmıyor. Bin yıllardır var olan ve maalesef uzun süre çözülemeyecek bir gafletten bahsediliyor.

Doğum, ne bir erkeğin ne de bir kadının işidir. Bu doğanın gereğidir ve birkaç mikroorganizma dışında yaşayan her türde iki cinsiyete de ihtiyaç duyar. Dolayısıyla kadının ve erkeğin bu mevzudaki rolleri eşittir. Efendiler, elimize bir tornavida alıp vida döndürmüyoruz. Yek vücut olmak vasıtasıyla bir insan yaratmaktan bahsediyoruz. Kimse kimsenin aracı değil sadece bütünün diğer yarısı.

Kadınlar dar çerçevelerinden bakmazlar hayata. Gözleri kapatıldığından göremezler.

Daha doğduklarında, sırf erkek değiller diye bir hüzün kaplar ay gibi doğması gereken haneyi. Sessizlik, doğan bebeğin kız olduğunu söyler. bundan sonra ev işlerini yapmakla yükümlü bedava işçi muamelesi görürler. Düşünceleri, umutları, hayalleri hatta benlikleri önemsenmez. Çok zaman aşık olduklarıyla evlenemezler, çıkarlar sonucu ailenin istediği herhangi biriyle evliliğe zorlanırlar. Onlara tecavüz edenlerle bile evlendirilirler. Önemsendikleri tek nokta namus denilen dandik kavramdır. Bilimden, insan vücudunun zerresinden anlamayan mantıksızlar tarafından çarşaftaki kızıl leke ile ölümlerine veya ölü gibi yaşamlarına karar verilir. Ve daha saymakla bitmeyecek bir sürü aptal saptal olaylara maruz kalırlar.

Biraz daha şanslı olanlarının prangaları sadece az daha gevşektir. Bir birey olma mücadelesi verme hakkını elde etmişlerdir. Ancak yine de kendilerinden önce kadındırlar. Özgür olmayan kadının erkeğindeki cehalet onun hayatında yerini kayıtsızlığa bırakmıştır. Bir et yığını ve sevişme aracı olarak görülür. Yaptıkları veya yapmaya çalıştıkları kimsenin umrunda değildir, çok zaman sadece bacaklarının arasına giriş vizesi alabilmek için duyarlılık martavalları atanlar çıkar karşılarına. Belki sevdikleriyle evlenebilirler. Fakat karşılarına tekrardan çıkar erkek hegemonyası. Belki bu sefer erkek iyi niyetlidir fakat özü yine aynıdır. Kadın yine kadındır.

Duygusal ve fiziksel bir yıpranıştan, bir sömürüden ibarettir hayatları. Ancak emin ol efendi, iki dakika kendi işmizi kendimiz becerebilseydik, birazcık rahat bıraksaydık felsefenin de sanatın da en alasını yaparlardı o kadınlar. Belki de yaptılar. O mahareti ellerini etrafındakilerin götünü toplamakla yormasaydı müthiş ve özgün başyapıtlar yaratırlardı. Kendi başlarına ayaklı doğadırlar, imandırlar, bilimdirler. annedirler. Kendilerinden gayri herkese hazırı yaratırlar. onlar anlarlar ve düşünürler ancak onları kimse önemsemediği için bu farkedilmez. Hatta belki kendileri bile farkında değillerdir.

Alice Walker bir makalesinde şöyle bir şeyler diyor :

''Ve belki, 200 yıl önce Afrika'da öyle bir anne vardı ki; belki kulubesinin duvarlarını renkli ve cüretkar dekorasyonlarla turuncalara, yeşillere ve sarıya boyamıştı; belki Roberta Flack'ın sesine benzer bir tatlılıkta köyünün etrafında şarkılar söylüyordu; belki en muhteşem hasır örgüleri örmüştü ya da en dahiyane öyküleri anlatmıştı. Belki de bir şairdi kendi başına, bildiğimiz şiirlerinin altında kızının ismi imzalı olsa da...''

Görebildik mi? Biz görmedik diye onlar yapmamış mı oldular?

Mübarek Mevlana, ''cahillerdir kadından üstün olduklarını sananlar. Cahiller kabadır. Sevgi ve güleryüz nedir bilmezler. Bunlar hayvani niteliklerdir. Seven erkek ise, kadınla eşittir.'' demiş.

Öte yandan sanırım Sokrates'ti, '' Kadınla erkek bir kere eşit oldu mu bir daha eşitlikten bahsedilemez demiş.

bu iki görüş farklı olsa da çıkış noktaları aynıdır. Ben, Mevlana kadar olumlu bakamıyorum bu konuya. Gönül tabii ki ister ki cinsiyet ayrımcılığı tamamen kalksın fakat mümkün gözükmüyor. Neden mi ? Kadın, bir anlamda ondan korkulduğundan dolayı bastırılmıştır. Nelere göğüs gerdiklerine bir bakın, kadınlar erkeklerden kesinlikle ama kesinlikle üstündür. Bunu bilen erkek fiziki gücünün ayrdmıyla onu sindirmiştir, eğer kadınlara erkeklerin sahip olduğu özgürlük verilirse dünya şüphesiz onların etrafında dönecektir. Bunu da henüz o kadar özgür olmadıkları halde, hiç bir şey yapmasalar dahi erkeklerin peşlerinden nasıl koştuklarına bakarak söylüyorum. Kendine yetebilen bir kadın, erkeğin en büyük korkusudur.

kadın cephesinden anarka feministler, bir bildirisinde :

''asırlardır yeraltında kalarak gizli, kurnaz, marifetli, sessiz, direngen, fazlasıyla duyarlı ve tüm iletişim yeteneklerinde uzman hale gelmeyi öğrendik. kendi hayatta kalma [mücadelemiz] için, "hükmeden" gözlere gözükmeyen devrim ağlarını örmeyi öğrendik. biz botların neye benzediğini biliriz altından bakıldığında,biz botların felsefesini biliriz...yakında yabani otlar gibi işgal edeceğiz, her yeri ancak yavaşça; tutsak bitkiler bizimle beraber isyan edecekler, çitler devrilecek, sarsılıp yıkılacak tuğladan duvarlar, artık çizmeler olmayacak, bu arada pislikle besleniyor ve uyuyoruz; ayaklarınızın altında bekliyoruz. saldır dediğimiz de hiçbir şey işitmeyeceksiniz ilk önce.''

Onlar sadece anlaşılmayı, yok sayılmamayı istiyorlar. Bu konu maalesef çok ciddi noktalara gelmiştir. Ataerkilcilik ya da feminizm ikisi de savunmuyorum asla. Konuya insan olarak bakabilsek çözmek pek de zor değil fakat hayatlarımız birbirimize cinsiyet farklılığımızı hissettirtmekle geçiyor, geçmişten sıyrılamıyoruz.

Sürekli bir çatışma halindeyiz. Savaşmayıp sevişmemiz gereken yerde...

ırkçılık

Tek başına bir hiç olan ve sadece karşılaştırma yoluyla bir şey olabilmeyi hedefleyen düşüncesizlik bütünü, insanlık suçu, hastalık. Bir öteki yaratmak ve sonra bu ötekini çamurlayarak kendi kendine mastürbasyon yapmak, ben üstünüm demek. Üstelik kendini yüceltmeye gerek duymadan. Alçaldın mı ? hoop bir diğerini aşağıla, yukarıda kal. *kıpss*

Bu aidiyetin ateşli savunucusu, üzerine yapışan bu ırk etiketini sen mi seçtin? sen mi belirledin nerede doğacağını? sen mi seçtin ailenin hangi soydan geldiğini? Ya kafanın bilmem veya nerenin bilmem neresinde kaç santim çıkıklığın veya göçüklüğün olacağını? Olmak için hiçbir çaba sarfetmediğin, üzerinde tek bir saniye bile düşünmediğin, sana öyle denmesini yeterli sayıp bir başkasının atasından dıdısından ödünç aldığı ezberlerin nesilden nesile aktarılması sonucu benimsediğin kolpa bir şeyi bu kadar savunmak nasıl bir denyoluktur? Kanın asil olsa ne yazar sen sefilin bayrakla önde gideniyken...

Yine de, bu hastalıklı düşüncenin inadına, bir çığlık duyuluyor derinlerden, dünyanın dört bir yanından. Toprak Vatanım, insan ulusum diyor.

mehmet ali ağca ya abdullah öcalan ı vurdurtmak

it iti ısırmaz. Arkalarında muhtemelen aynı karanlık güçler var, yarın bir gün kankiş çıkarlarsa şaşırmam. insanları birbirine düşürmek, kan dökmek ve dökülen kan üzerinden beslenmek üzere kullanılmak ortak noktaları. kimilerinin en büyük rant kapısı olan bu düşmanlığı büyütmek için kurulan düzeneğin farklı uçlarındaki dişlileri her ikisi de. birbirlerini ısırmazlar.

aşk

Ama öyle ama böyle, susarak özlemek... ''adın önemli değil, acın aynı tadı veriyor zaten.''

murphy yasaları

Bu yasaların çelişkili olduğuna dair tartışmalar olsa da ben inanmayı tercih ediyorum. Yaşanmışlıkların sıcaklığı geçtikten sonra bir muhasebe yapıldığında hep murphy haklı çıkıyor. Sahiden ya hayatlarımızda olumlu olaylar çok az oluyor ki onları hatırlamıyoruz bile ya da murphy tamamıyla haklı.

Geçen gün minibüs bekliyorken, bana doğruluğunu derinden hissettirtmiştir. normalde gelmesi gereken minibüs gecikmiş ve beklerken edilen muhabbet esnasında tabakamı, tütünümü çıkartıp '' Murphy kanunlarına göre bu sigarayı yaktığımda minibüs gelecektir'' dedim. Ve daha sarma işlemi bitmeden geldi. Bizden önce orada olan ve biz bindikten sonra da beklemeye devam eden bir adamcağız vardı. Tüm bunları duymuştu ve dumura uğramış bir şekilde yüzüme baktığını hissettim. Kim bilir, belki o da bir sigara yakmıştır da beklediği araca sonunda kavuşmuştur.

bu Murphy boş adam değil, yoruyor insanı.

mamak türküsü

Samsun asfaltı ve sonbahardan çizgiler isimleriyle de anılan Kemal Burkay şiiri. Aslında şiirin adı sonbahardan çizgiler fakat besteler daha çok samsun asfaltı ya da mamak türküsü olarak adlandırılır. Şiire tutsaklar da denilir.

yeni türkü'nün muhteşem bir şekilde yorumladığı, dinleyeni kesinlikle etkileyen bir müzikal ziyafet. ilk olarak 1988'de, yasaklı yeni türkü albümü buğdayın türküsünde zerrin atakan tarafından seslendirilmiştir daha sonra Yeşilmişik adlı albümde de yer almış, bu sefer derya köroğlu tarafından seslendirilmiştir. ilkinde flüt, ikincisinde ise kemençe vardır. Umudu, hasreti, tutsaklığı, adaletsizliği öyle bir anlatır ki alır götürür.

Çıkış noktası çok iyi bilinse de, Ankara'ya dışarıdan gelmiş insanlar bu şarkıdan başka bir pay çıkartabilmektedirler. Nitekim bu iyi kalpli üvey ana mahpusluktur onu sevmeyene. Ardında nice şehirler, insanlar bırakıp gelinmiştir. Bir sebepten kaçamazsın ankara'dan kolay kolay. Gözün hep yollarda, umutların hep o yolların sonunda. Basarsın feryadı incesu'dan "ne güzeldir yollarda olmak şimdi" diye , belki duyarlar taa Üsküdar'dan. Hiçbiri olmaz halbuki. Sonra geçer, barışılır ankara'yla. Aklın hala yollarda...

ateistlerin hoşgörü anlayışı

Birtakım insanlar var ki, belirli kelimelere alerjileri vardır. Neyin ne olduğu önemli değildir, amaç sadece kara çalmaktır. Ateizm üzerine söylenmiş her söz fikir ve düşünce gerektirir halbuki.

''Ben bir ateistim, hepsi bu. Ben birbirimize karşı iyi olmaktan, başkalarına yardım etmekten başka bir şeye inanmıyorum'' diyordu bütün zamanların en büyük kadın oyuncusu seçilen Katharine Hepburn. Bu konuyu işte böyle özetliyordu.

Ben bir ateistim, hepsi bu. işte tüm mevzu burada. Ateistler hiçbir kesin yargıyı kabul etmezler. Dolayısıyla hiçbir fanatiklikleri yoktur. Birtakım duygularının sömürülme ihtimali sıfırdır. Hiçbir rahip, imam ya da haham onların vicdanlarını söküp insanlıklarından uzaklaştıramazlar. Dindarlar, kendilerinden olmayanları bir düşman olarak bellerken ateistler dindarlara savaş açmazlar. Kitleler halinde insanlıktan çıkıp ötekileştireni asmazlar, kesmezler, yakmazlar! Cemaate, millete bakmadan insana, nasıl bir insan olduğuna göre muamele yaparlar. Hepsi bu!

Bukowski'nin Kitlelerin Dehası isimli şiiri şöyle başlar :

"Ortalama insanda
Herhangi bir günde herhangi bir orduya
yetecek kadar ihanet,
nefret, şiddet
ve saçmalık vardır.
Ve cinayet konusunda en becerikliler
Cinayet Karşıtı vaaz verenlerdir
VE Nefreti En iyi Becerenler
Sevmeyi Vaaz Edenlerdir
VE-SON OLARAK-
SAVAŞI EN iYi BECERENLER
BARIŞ VAAZI
VERENLERDiR."

öldürmek büyük günahlardandır her dinde. Fakat kılıfına uydurulunca kahramanlık olabiliyor bu büyük günah. Din adamları vaazlar verirler, insanlar günah işlemesin diye. Çalmayacaksın, iftira etmeyeceksin, öldürmeyeceksin...

Fakat, bir papa çığırtkanlığı ile toplanan büyük Haçlı orduları var. Yol boyunca karşısına kim çıktıysa ezip geçen, yağmalayan, tecavüz eden insanlar... Vaadedilmiş toprakları var yahudilerin ve bu uğurda kıydıkları binlerce can. Arap dünyasının Cihadları... Kanlı Sivas ili var bizim elimizde bir de maraş var. Bir de, bir de, bir de... Neyin ne olduğunu sorgulamadan gözünü kan bürümüş bir yığın canavara dönüştürülmüş insanların eserleri hepsi! Din savaşları, mezhep uyuşmazlıkları, yok yere ölen insanlara, yok yere katil olanlar...

sözlerim yanlış anlaşılmasın. Ben asla tüm bunların suçlusu dindir demiyorum. Fakat din bu kitleleri bir araya getirip kötü amellere hizmet ettirmek için kullanılan bir araçtır. Kapitalist sistem piramidinde, din adamlarının görevi insanları kandırmaktır. insanların düşünmesini engelleyip, diledikleri gibi yönlendirme olanağı sunar birtakım hainlere. ateizmin temelinde düşünce, dinde inanç vardır. işte bu aracı öyle bir kullanırlar ki, tek bir sözle hemencecik bir katliam yaptırabilirler. Oysa, hiçbir ateiste hiçbir güç bunu yaptıramaz.

Şair Yılmaz Odabaşı hayat bilgisi notları isimli kitabında, insanları olağan ve olağanüstü insanlar diye ikiye ayırır : '' Olağan insanlar, yaşamlarında hiçbir riske yer açmadıkları için ne uzar ne kısalırlar... Sanki görünmez bir el onları bir atlı karıncaya bindirmiştir ve güzergahı da: tuvalet, mutfak, yatak odası, iş yeri, stadyum, cami, mahalle kahvesi vb.'dir; hep aynı terlere gider döner, gider ve dönerler. Genellikle mangalar, düzineler halinde yaşar, birlikte düşünürler. Üremek, en önemli maharetleridir. Kendilerinin yerine hep başkalarının düşündüğüne inandırılmışlardır. Genellikle milliyet, din, futbol takımı taraftarlığı gibi hazır, paket servis aidiyetlerle kendi aralarında, ama sadece kendi aralarında anlaşırlar. Doğruları yoktur; çıkarlarına ve güdülerine göre cemaatler halinde yaşarlar.''

Oysa ateistler genellikle kendi halinde, toplum içinde de olsalar yalnızdırlar. Kimsesiz değil yalnızdırlar! Ömür boyu cevaplar ararlar, insanlıktan başka hiçbir şeye ait değildirler. Hiçbir ilahi beklentileri ya da korkuları olmaksızın yaşarlar. Bir dindarın tüm iyi niyetli hislerine sahip olabilirler tek farkı öteki dünyada iyi muamele beklememesidir. Ateisttir, hepsi bu. insandır, kendini ve hayatı çözmeye çalışıp yorgun düşen belki de başaran. Hiçbir kanlı fantezisi olmayan, gönlü sadece yaşamaktan ve yaşatmaktan yana olan. Adam seçmeyen, kraldan çok kralcı olmayan. Kendisine gösterilmeyen iyi niyeti göstermeye çalışan. Hepsi bu.

gidene kal diyebilmek

"Sana ihtiyacım var, gel !" diyebilmekmiş güçlü olmak,
Sana "git" dediğimde anladım..
Biri sana "git" dediğinde, "kalmak istiyorum" diyebilmekmiş sevmek,
Git dediklerinde gittiğimde anladım..."

ne de güzel demiş Can Baba.

Gönlüne o amansız ateş düştüğünde insana başka hiçbir şey komaz. Zaten, kendimizden geçip bir başkasına taşınmak değil midir derdimiz? Haykıracaksın arkadaş, içinden geçen her neyse haykıracaksın! Onuru, gurur yok bu meselenin. Gidenin kalmasını istiyorsan, gideceğini adın gibi bilsen de haykıracaksın içini kemiren şeyi. bunun için son şansını yitirirsen, kendi kendine sessiz çığlıklarla yankılanacak kulaklarına yoksa o kelimelere dökemediklerin. Patlayamacaksın, çat diye çatlayacaksın. Ağlayamayacaksın bir ömür. Boşver. Varsın kalsın ya da gitsin. Önemli olan kal diyebilmek.

ve devam eder Can baba :

"Ve gurur, kaybedenlerin,acizlerin maskesiymiş,
Sevgi dolu yüreklerin gururu olmazmış..."

kodin

Kötülük insandan mı gelir yoksa insan sonradan mı kötü olur bilmecesinin cevabını arayan bir romandır. Balkanlar'daki hayata dair hayatın içinden sahneler sunar. bir solukta okunabilir.

Varlık yayınları tarafından yayınlanmış kitabın arka kapağı şöyle der :

Panait Istrati, yaşamla dopdolu bu kitabında, kötü bir ortamın kurbanı olarak caniler arasına karışan iyi kalpli, mert bir adamın ilginç ve trajik serüvenini anlatıyor. dev yapısı ve zehir gibi gücüyle, çevresindekileri yıldırmış bir adamın, saf ve bir çocuğun temiz yüreğiyle karşılaşınca, içindeki bütün iyilik ve insanlık özlemini açığa vuruşunu duygulanarak okuyacaksınızı. Istrati, bu romanında da, doğduğu şehir ibrail'in değişik yaşam tarzından ölümsüz sahneler yaşatıyor.

Varlık yayınlarının elimdeki basımında, kitap ismi olarak sadece kodin geçse de, bataklıkta bir gece ve kir nikolai adında iki farklı eseri de bünyesinde barındırmaktadır. Bunlardan sonuncusu olan Kir Nikolai'da şöyle hoş bir diyalog geçer :

--spoiler--

Kir Nikola atılırdı :

- ee ! more ! adrian ! rum, türk, tatar ne olursak olalım, biçare insanlarız. "millet'' iki türlü insanların ağzından düşmeyen bir sözcüktür; çok kurnazlarla ahmakların. ne yazık ki, bir miktar da samimi ve saf insanlar vardır ki, iyi niyet sahibidirler; sınırların korunması onlar sayesindedir. yoksa ''millet'' sözü çoktan ortadan kaybolmuştur.

adrian soruyordu :

-demek vatana inanmıyorsun ha, kir nikola?

- inanırım pedakimu(çocukcağızım, çocuğum) inanırım, geceleri, tek başıma, çalıştığım sıralar, benim burada ''pis arnavut'' olduğumu hatırlarım. onun için üzerinde doğduğum, tatlı ve zahmetli çocukluğumu geçirdiğim güzel dağları düşünürüm. o zaman ya şarkı söylerim, ya ağlarım ; ama vatanımı düşünürken bir adamı boğazlamak hiç geçmez aklımdan.

--spoiler--

çocuklarla girilen diyaloglar

bir akraba aile, 3-4 yaşlarındaki çocuklarını da alıp misafir gelmişlerdi. Annem hediye olarak vermek üzere kirpimsi acayip bir şey almış.

- Furkan, gel bakayım oğlum sana ne vericem, bak!
- (oyuncağı inceler) Çin malı bu yea!

Aynı çocuk, sinsi sinsi ses kalabalığı dinler ve bir av yakalar.

anane : beni çok üzüyorsunuz, hiçbiriniz namaz kılmıyorsunuz. bik bik bik...
furkan: Onlar niye namaz kılsın ki, yaşlı değiller daha. Yaşlanınca kılarlar. Yaşlı olan sensin asıl sen kıl!

shotgun wedding

ingilizce'de planlanmamış bir hamilelik sonucu aile ve çevre baskısıyla yapılan evliliğe denir. Bir karı (eş) ya da ölüm meselesidir. pompalı tüfek ve düğün... ürkütücü bir durum tabi. demek ki yalnızca bize has bir şey değilmiş bu tür evlilikler.

yapsam yaparım

Bir acayip kelime öbeği. istesem yaparım da işte istemiyorum ayağına yatıp acizliğin yüceltilmesi, belki bir iç ferahlatma yöntemi. Anlaşılması zor.

Necati diye birisi var, adam sürekli bu modda.

- Oğlum Necati ne kadardır yalnızsın, yok mu şöyle bir hatun, bir kısmet?
- Ya abi, aslında bir kız var x diye süper hatun, çok güzel, muhabbeti de hoş. Aslında çıksam çıkarım onunla.

ya da;

- Oğlum Necati ne kadardır işsizsin, yok mu şöyle yapabileceğin bir iş?
- Ya abi, aslında iyi bir iş var. Eve yakın, rahat, parası da çalışma saatleri de iyi. Aslında çalışsam çalışırım.

Bu liste böyle uzayıp gider. bir şeyi ya yaparsın ya da yapmazsın. Yapsam yaparım nasıl bir şeydir?

o bu değil de çıksam çıkarım ne ola ki?

ahmed arif

Büyük insan, büyük usta, büyük şair.

Nasıl anlatılabilir ki ahmed arif? Yaşadığı memleketi ve insanını çok iyi tanıyan,anlayabilen ve anlatabilen bir adam. Öyle samimi, öyle içten... Benzemez ipek giysilerle, elinde viski son kalite purosuyla şömine önünde keyif çatıp toplumsal duyarlılık masalları anlatanlara. Halktan biridir, halkın sesidir, insanın sesidir o. Bu toprakları ve bizleri o kadar çok sevmiş ki, sanıyorum budur onu şairliğe götüren sebep. Bu uğurda 141. ve 142. maddelerden yargılanmış, 2 yıl hüküm giymiştir. işte böyle ödüllendirilmiş bu büyük yürek işçisi...

Şiirlerini herhangi bir şekilde incelemeye benim çapım yetmez. Hele bir de, kendi sesinden dinlenirse eyvah ki ne eyvah. Öyle bir sızı yerleştirir ki göğsün sol yanına tarifi imkansızdır. Özellikle son mısralarda hiç affı yoktur. Dedim ya anlatamam. Tüm şiirleri okunmalı hatta kendi sesinden dinlenmelidir.

Buraya, hangi şiirinden alıntı yapsam bir diğerine haksızlık yapmış olacağımı biliyorum. Fakat sigarayı bırakıp tütün içmeye başladıktan sonra, yalnız değiliz isimli şiirinin şu dizeleri pek bir hoş geliyor, sarıp verdiğim herkese okuyasım geliyor.

--spoiler--
tütünü bilir misin?
"kız saçı" demiş zeybekler,
su içmez her damardan,
yerini kolay beğenmez,
üşür
naz eder,
darılır
iki yaprak arasında kıyılmış,
bir parçası var kalbimin
incecik, ak kağıtlara sarılır,
dar vakit yanar da verir kendini.
dostun susan dudağına...
--spoiler--

ecevit sözcükleri

10 ocak 1985 tarihinde, Türkiye Radyo ve Televizyonu Genel Müdürlüğü tarafından bir karar alınıyor ve 205 kelimenin televizyon ve radyo yayınlarında kullanılması yasaklanıyor. Bu kelimelerin Ecevit iktidarı sırasında yayın diline girdiği iddiaların ardından da bu isim konuluyor. “Kelimelerin Türkçe'nin yapı ve işleyişine ters düştüğü ve standart Türkçe düzeyine ulaşamadıkları” ise yasağın bahanesi olarak öne sürülüyor.

yasaklanan kelimeler arasında Barış, Devrim, Eşitlik gibi kelimeler de yer alıyor. 12 eylül 1980 faşizminden 5 sene sonrası ve hala dudaktan çıkacak birkaç hecenin o muazzam korkusu... Bu menfur zihniyet yasaklar koymaya alışkın fakat yaptığı her haksızlığın karşısında dimdik duran tek yürek olmuş toplulukların direnişine asla alışamayacak.

Dudaktan çıkmasını engelledin de ne oldu? kalplerden silebildin mi? Bak da gör artık, sen öldürdükçe çoğalacak, sen yasak koydukça üstüne üstüne gidecek insanlık onuru! Hayır, alışamayacaksın!

detaylar için:

http://www.atilim.org/hab...akciliginin_25__yili.html

mizantropi

Kelime olarak kökeni Antik Yunanlılara dayanır. Nefret anlamına gelen misos ve insan anlamına gelen anthropos sözcüklerinin birleşmesiyle oluşmuştur. Kısaca, insan cinsinden nefret etmek, tiksinmek durumudur. Buna göre,insan ırkı tamamen değersizdir ve hayat zincirinim en aşağılarında bir yere sahiptir.

Jonathan Swift; Güliver'in Gezileri adlı romanında bu yönünü oldukça keskin bir şekilde göstermiştir. Güliver'in her yolculuğunda, insanlığın farklı zaaf ve hataları açıkça ve sert bir dille eleştirir. Yaptığı göndermelerde insanların değerli saydığı şeylerin aslında ne kadar aptalca şeyler olduklarını göstermeye çalışır. Bu romanı okuyan kişi, tüm eleştirilerin kendisine de yöneltildiğini hisseder. Okur, kendisini asla üstün göremez. Eserin sonunda Güliver karısından ve çocuklarından tiksinir ve ahırındaki atlarıyla büyük bir bağ oluşturur. Bunda, son seyahatinde karşılaştığı insan benzeri akılsız yaratıklar olan yahoolar ile insanın asla kuramayacağı kadar mükemmele yakın bir sistem yaratmış olan at adamlar olan houyhnhnmlerden çok etkilenmesinin rolü büyüktür.

Usta yazar Swift yine de tam anlamıyla bir mizantrop değildir. insan ırkının tiksinti uyandırdığını kabul etmekle birlikte bireylerin sevilebileceğinin mümkün olduğunu düşünür. Yani, evet insan olarak doğduğumuz için kötüyüz fakat aklımızı kullanarak daha iyi bir noktaya gelebiliriz diye bir açık kapı bırakır.

Karmaşıktır, rahatsız eder insanı. Kolay kolay çıkılmaz işin içinden. Biz ki, insanlık olarak ütopyalardan geçip Distopyalar yazmışız. Yaşadığımız gezegeni ne duruma getirdiğimizi, insanlık olarak ne büyük suçlar işlediğimizi görmezden gelemesek de içimizde hep acı bir umut vardır yaraları sarmaya, dünyayı daha güzel bir hale getirmeye dair. Nazım Hikmet'in "kendime karşı duyduğum nefret ve merhamet" dizeleriyle özetlediği hissiyatın toplumsal olanıdır belki de bu içimizdeki çekişme.

Bu kavramın tam olarak zıttı hümanizm değil, insan ırkı süperdir, her yönüyle mükemmeldir diye düşünen philanthropy denilen başka bir aşırılıktır.